Prof. Dr. Canan AYGÜN, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hastalıkları ABD Yenidoğan Bilim Dalı Başkanı, bizimle bir gününü paylaşıyor. Ona teşekkürlerimizle.
Gece her zamanki gibi servisten gelen telefon sesleri, acil durumlar ve doğumlarla bölünmüştü. Sabah mahmurluğunu atıp o günkü “Yoğun Bakım” aktivitelerime başladım. Bebeklere acil bir vizit. Sabah erken alınıp elimize ulaşan sonuçlar, filmler, dosyalar, hasta aileleri. Bu koşturma sırasında Kadın Doğum Servisi’nden gelen telefon beni, ekipteki asistan arkadaşları ve servis hemşirelerimizi yeni bir koşturmaya sevk etti.
Otuz haftalık ikiz bebek bekleyen bir anne adayı, plasentasının önde gelmesi ve buna bağlı durdurulamayan kanamayla başvurmuştu ve bebeklerin ve annenin hayatının kurtulabilmesi hemen yapılacak olan sezaryene bağlıydı. İçimden “Sadece göbek bağı değil, hayat bağıyla bebeklerimize bağlıyız” diye geçirerek sabah kreşe yolladığım kızımın sesini hayal ettim. İki küvöz ve iki solunum cihazını bebekler için ayarlayacağımızı söyledik Kadın-Doğum ekibine.
Küvözleri ve solunum cihazlarını hazırladık. Dört kişilik bir ekibi ameliyathaneye bebekleri almak üzere gönderdik. Bir saat sonra biri 1200 gram kız, diğeri 1400 gram erkek iki bebek transport küvözünde servise ulaştılar. Telaşlı anneanne, babaanne, hala ve teyzeleri de arkalarından. Aileye bebekleri nelerin beklediği konusunda kısa bir bilgi verdikten sonra ikiz kuşlarımızın yanlarına döndüm.
Kötü haber: İkisinin de inlemesi ve solunum sıkıntısı vardı. Erken doğan bebeklerde görülen “Repiratuvar Distres sendromu” geliştiriyorlardı. Bebekler suni solunum cihazına bağlandı, göbek damarlarından kan gazlarını tekrar iğne ile girişim yapmadan izleyebilmemiz için gereken kateterler takıldı. Çekilen filmler ön tanımız doğruluyordu.
İki bebeğe de surfaktan dediğimiz, erken doğanların akciğerlerinde yetersiz olan ve akciğerin açık kalması için gerekli olan maddeyi nefes borularına yerleştirmiş olduğumuz borudan, akciğerlere verdik. Bu arada serviste yalnızca iki bebek olduğu zannedilmesin. Diğer bebeklerin kan oksijen düzeylerini ölçmekte kullanılan cihazların alarmlarından biri susup diğeri ötmeye başlıyor, biz de ekip olarak bebeklerin arasında dört dönüyorduk. Yoğun Bakım’da işler biraz olsun yoluna girince yine hastanede yatmaları gereken, ancak yoğun bakım gerektirmeyen bebeklerin yattığı diğer servise geçip vizit yaptım.
Vizit sırasında dördüncü sınıf öğrencilerinin hasta başı pratiği için beklediği haberi geldi. Bebek tutmaktan, bebeklerin renkli görüp görmediğine kadar hayata ve bebeklere dair birçok şeyi konuşup paylaştığımız hasta başı saatini bitirdim. Öğle arası olmuştu, yok yok öğle arası bitmek üzereydi. Saat 13.00’deki asistan eğitim saatine yetişmek için fazla zamanım yoktu. Bir saat süren eğitim saati sonrasında koşturarak servisteki bebeklerin durumlarını kontrol ettim. Kontrol filmler ve bebeklerin durumu çok daha iyiydi. Kontrole tabi ilaç ve antibiyotik ve ilaç reçetelerini imzalayıp hasta aileleriyle görüştükten sonra Yenidoğan Polikliniği’ndeki hastaları gördüm.
Neyse ki bugün Dönem 1’lere dersim yoktum. Saat 16:00’da bir servisin, 16:30’da diğer servisin akşam vizit saatiydi. Vizitleri tamamladım. Odama girdiğimde gün kararmaya başlamıştı. Sabah düğmesini basıp açtığım bilgisayarın başına akşam üstü ancak oturabildim ve yeni alınacak cihazlar için gerekli teknik şartnameler ve diğer resmi yazışmalar üzerinde çalışmaya başladım.
Evden gelen telefon artık işi bırakmam gerektiğini hatırlattı. Annem akşam yemeğine gelip gelmeyeceğimi soruyordu. Evet, hastanedeki bebekleri bırakıp, onları kendisinden çok sevdiğimi düşünen kızımın yanına gitmek zamanıydı. Büyüdüğünde benim için dünyadaki tüm bebekleri çok değerli olduğunu anlayacaktı.